-->

01 Ekim 2017

olmek, ya da olmemek. işte bütün meğğsele bu!

Sabah uyuya kaldığım için koştura koştura okula geldim ve derse geç kalmış olmama rağmen hızla sınıfa girmiştimki bi grup heyecanlı genç ineğin benden önce geldiği için öylece oturduklarını gördüm. Meğer hoca derse gelmemiş. Bu yüzden biraz daha bekledik ve sonra dayanamayıp üst katlardaki sekretercağızın yanına çıkıp, hocanın ne zaman geleceğini sordum, o da "eğer bu saate kadar gelmediyse, artık gelmeyeceğini ve dolayısıyla bu hafta da ders olmadığını" söyledi. İçimden "hocam ağzına sıçayım" diyerek dönüp sınıfa gittim ve "hoca gelmediği için bu haftaki ingilizce dersi komple iptal" dedim ve sınıf dağıldı.

Dağılan sınıftan sonra okulun meydanındaki kafeye geçip oturdum. Kıçım tahta oturakla iyice birleşince, sınıftan bir iki çocuk daha masama geldiği için laflamaya başladık ve bi saat kadar bol zaman öylece geçip gitti.

İneklerden biri hemen de gıcır gıcır kitaplarını almış olduğu için arada kitapları karıştırıp duruyordu. Ben ve diğer fakircikler ise hala kitap almadık. Diğer fakirciklerin acelesi olmadığından dolayı almadıklarını düşünüyorum, ama benim kitap almak için bir de kaynak bulmak zorunda olmam gibi bir sıkıntım var.
Öte yandan, çocukların kitap alma dertlerinin en fazla bir kaç gün sonra ailelerinin ataklarının ardından yok edileceğini biliyor olmam, onları kıskanmama neden oldu. Yani evet 32 yaşımda olmama rağmen 20 yaşındaki çocukları kıskandım. Kıskanmak kötü ve hatta her türlüsü.
(oysa yaş aldıkça kimseyi kıskanmayan, önceki yaşlarına göre daha bilge, basit sinir bozucu olaylara karşı çok sabırlı, kaba insanlara bile kibar davranmak gibi daha nice güzel özellikler kazanmış olarak olgunlaşacağımı sanıyordum ama pek öyle olmadı. sanırım bir insan olarak, olgunlaşmanın meyve ve sebzelere göre olduğunu kabullenmeliyim.)

Parasızlığa alışkın biri olarak, meteliksizlikten dolayı eğitim yılımın bu kadar da zorlu başlayacağını düşünmemiştim. Çünkü dediğim gibi buna alıştım ve zaten uzun zamandır da, kervan yolda sikilir mantığıyla yaşıyorum. Bu yaşam şeklini henüz tam içselleştirmemiş olsam da, böyle yaşamayı heyecanlı bulduğum için yaşamayı seçtiğimi de sanmaya devam ediyorum. ettim. edeceğim.

Bakalım ya, neyse zaten dediğim gibi "kitapları hemen alma zorunluluğum yok ve 1 ay sonraya kadar alabilirim" Tüm bu zaman sayesinde belki paracık da bulabilirim.
Aslında kitaplar çok para tutmuyor. Zaten hocalardan biri "kitabı almaya gerek yok, bende dersin konuları var, onları fotokopiciye bırakıcam, isteyen ordan fotokopi olarak alabilir. sizin bileceğiniz bir iş bu" dedi.
Canım hocam. En sevdiğim hoca oldu bile. kendisi Yardımcı Doçent Daktır'mış. Ön dişleri çarpık çurpuk, saçları siyah ve uzun, göğüsleri sütyen desteğiyle dimdik duruyor. Şu an yazarken merak ettim de; acaba memeleri sütyensizken nasıl duruyor?
Gerçi çekici bulduğum bir kadın olmamasına rağmen neden böyle düşündüğüm hakkında bi fikrim yok.
Galiba bir ihtimal Hukuk falan filan dersi veriyor olmasıyla bağlantılı olarak, gözümüzde sert bi mizaç çizmeye çalışırken, hiç gülmemesinden dolayı böyle düşünüyor olabilirim. bilmiyorum yani, neyse. canı hocam.

Öte yandan geçen hafta pansiyonun parasını (2200 TL) kredi kartından çektim ve doğrusu bankaya ödeme günü de haftaya denk geliyor. Onu nasıl ödemem gerektiği hakkında bir bilgim yok ve bunun için de para arıyorum. Dün gece gidip okulun içineki ve çevresindeki kafelerde iş baktım, gittiğim her yerin patronu "şimdilik ihtiyacımız yok, numaranı bırak olursa sana dönelim" dediler. Numaramı bırakıp çıktım.
Okul kantinleri, yemekhane ve çevresindeki kafeteryalardan iş çıkmayınca gidip sahil tarafındaki restoranlara baktım ama bi bok olmadı. Bunlar da diğerleri gibi "numaranı bırak, ihtiyaç olursa biz sana döneriz" inceliğinde bulundukları kibar cümleler kurdular. İçimden "he yarrağım he" deyip onlara da numaramı bırakıp çıktım. Şu küçücük şehirde, numaramı vermediğim esnaf kalmadı.

Onlar "numaranı bırak" derken, ben de kredi kartımın son ödeme gününü düşünüyordum.
Kapısına sıçtığımın bankaları, zaten aç olanın peşinde koşup, boynuna ipi geçirdiği gibi, başına resmi birer bela olarak kesiliyorlar.
Üstelik bu durum herkese o kadar normal geliyorki, tefeciliğin ahlaki olarak kabul görmüş olması durumu mide bulandırıcı geliyor. Belki de yapmamız gereken tek şey tüm bankaları ateşe verip, şarap, soda, zemzem eşliğinde yanışlarını izlemektir.........

Bankaların beni köşeye sıkıştırmalarını önlemek için, arkadaşlardan dilensem mi diye düşünmedim değil, ama dilenince de bi bok olmuyor. Zaten arkadaş dediğin şey, insanın seks yapmadığı için ona yakınlık duyduğunu sandığı ve bu yüzden boş zamanlarını ona verdiği birinden başkası değil.

Tüm bu şeycikleri geçip tekrar kitap konusuna gelirsek; geçen üst sınıflardan çocuklarla konuşurken söylediler, kitaplar falan toplamda 200-300 lira falan tutuyormuş. He iyi ya, azmış dedim geçtim.
Nasılsa hiç para yok ve cebimde 8 TL'em yalnız kaldı ://

Aslında çok dert eğil, sonuçta zaten sıkıntıları hiç bitmeyen biri olarak, biraz zaman geçtikten sonra bunun da üstesinden gelebileceğimi ve şu an kocaman görünen, ama aslında sikim kadar değeri olmayan sorunumu çözebileceğimi düşünüyorum. Başka da düşündüğüm ve yapabileceğim bir şey yok zaten. Başımı kara tahtaya vursam ne olacak......

Bu arada pansiyona da iyice yerleştim, çünkü yapacak başka bir şey yok.
Benim oda 3 kişilikti ve dün itibariyle 2 işi daha gelmiş oldu. Böylece o da 3 kişiye tamamladı. Çocuklardan biri Batmanlı ve doğrusu Kürtçesi çok güzel ve akıcı. Türkçesi ise tutuk ve çok çirkin. Benimle (ki onun söylediğine göre çok sosyetik bi türkçem varmış) Türkçe konuşurken utandığı çok belli oluyor ve zaten yaşı henüz 19 olduğu için konuşmasından dolayı utanıyor olması normal. Sonuçta doğu da (hatta özellikle tüm Türkiye'de) insanlar aşağılık kompleksiyle yetiştiriliyorlar. Böyle bir çocuk yetiştirme durumu varken de, o çocuğun olduğu durumdan utanmasını normal görüyorum. Umarım konuşmasından önce utanması gereken çok daha önemli şeylerin olduğunu anlar ve konuşmasından dolayı utanma durumunu aşar......

Okula gelmeden önce ailesiyle beraber Batman'ın bilmem ne ilçesinin, ne köyünde yaşıyormuş. Ek tercihlerine bu okulu yazmasını söyleyen dershane arkadaşına uyup bu okulu %75 burslu yazmış ve okul çıkınca da, o arkadaşına güvenerek çıkmış buraya gelmiş.

Ama tabii  Evren Anayasası'nın Toprak Toprağı Gurbette Siker maddesi gereğince arkadaşı onu satmış ve çocuk buraya geldiğinin ikinci gününde, sokakta kalacak kıvamı yakalamış. O tüm bunları anlattığında "amaaaan ya boşver" dedim ama küfür edip duruyordu.

Çünkü "insanlar neden böyle yaparlarmış, insanlar neden memleketteyken farklı, burdayken farklı davranırlarmış" aklı almıyormuş.
ona dönüp sert bi şekilde "o küçücük aklına soğıyım" dememek için kendimi zor tuttum ve çok şükür ki başarılı da oldum.
Söylememekte başarılı olduğum cümlenin yerine ise "aklın olsa zaten dershane arkadaşına uyarak bir tercihde bulunmazdın" dedim ve bu cümleme fena şekilde bozuldu ya neyse.

Oysa ben herkesin, zaten başkasının aklıyla yaşamaması gerektiğini biliyor olduğunu sanıyordum. Çünkü başkasının aklıyla yaşamak Hayat'la olan maça 1-0 yenik başlamak demektir. Bu durum, insanın hep sıkıntı yaşamasına, garip hallere girmesine neden olan bir durumdur. Öteki türlü ise, sorumluluğunu ve sorununu hep başkasının üstüne atmakla hayatını devam ettirir ki bu; kişinin, bireyselliğini geç, kişisel olarak toplumsalaşmasını da önler tutar.

Öte yandan; arkadaşının onu satmış olması durumunun olmadığını ve aslında satmış olsa bile bunun normal olduğunu ve bu durumu mantıklı olarak aklının alması için 5-6 seneye ihtiyacı olduğunu söyledim. Güldü ve "dalga geçiyorsun, öyğğğle deyyil mi?" dedi.
"Hayır 32 yaşındayım ve gerçekten bu iş böyle yürüyor. İnsan, tek başına olduğunu anca 30'lu yaşlarına gelince iyice anlamış oluyor. Sen de anlayacaksın. Gerçi ben daha erken yaşlarda anladım ama olsun. senin henüz ailene bağlılığın ve arkadaşlığa yüklediğin anlam fazla olduğundan dolayı, sömürüye dayalı güvenin tazeyken, bunu aşman için sınırın 30'larda falan" dedim.

Cümlelerim üzerine, önceki bakışına oranla bana biraz daha durgun bakmaya başlayıp, arkadaşına bir kaç taze küfür ettikten sonra, kızmadığı konular hakkında konuştuk. Ama sorumluluğunu başkalarına atmaya alışkın olduğu ve böyle alıştırılarak büyütüldüğü için, benimle; sürekli birilerinin "ona cevapları sunması gerekiyormuş" gibi bir havayla konuştu.

O sıralarda kendimi toplamıştım ve biraz da bu yüzden olsa gerekki, daha sakin bir havayla konuşuyorduk. Ama o benim sakinliğimin aksine, durup dururken kaba cümleler kurmaya başladı ve üstelik bir kaç defa "hihihihi" adlı yavşak tebessümlü alttan almalarıma rağmen, cümlelerine devam etti.

Tabii o mal mal konuşunca benim şalterler attı, ama atan şalterimi ona çaktırmadan sakince indirip "artık tek başınasın ve sürekli sorunlarının kaynağı olarak başkalarını suçlamaktan vaz geç. yani 19 yaşındasın abi. küçük değilsin. kendini küçük görmekten vaz geç. cidden kocaman adamsın. bunu kabullen. hem bak farklı bi ülkedesin ve sırf bu yüzden bile artık hayatının iplerini eline almanın zamanı geldi. hatta biraz geç kalmış bile sayılırsın. yani diyeceğim o ki, başkalarının seni yolda bırakmış olmasına kızmaya hakkın yok. kızıyorsan bile bunu sürekli dile getirmekten vazgeç. çünkü insanlar seni anlayışla karşılayıp, beklentilerini karşılamak zorunda değiller. yükünü karşındaki insanların omzuna bindirme. kimseye, kurduğun arkadaşlık bağı üzerinden yük olmaya çalışma" deyip uzun, yer yer sert bi nutuk çektim.

Nutkum bittiğinde, yüzünün iyice beyazlamış olduğunu fark ettiğim için susmam gerektiğini düşünerek sustum. bunun üzerine o, düzgün konuşamadığı çarpık çurpuk türkçesiyle bana;
"sanki sen çoğğ zorlığğ yaşamışsın ihihihihi sana hiç kimse yardım etmemiş gibi konuştıın ihihihihi küçükken hep yalnız kalmışsın ihihihihi" dedi.

1 saniyelik ama saatler gibi gelen o anki şok durgunluğumun ardından kekeleyerek bir şeyler söyledim ama doğrusu ne söylediğimi şimdi bende hatırlamıyorum. "amına koduğumun salağı sen Batman'ın bilmem ne ilçesinin, teee ne siktiri boktan köyünden gelmiş bi denyosun. nasıl olurda bana böyle dersin?" demek isterdim ama diyemedim. içimde bir manda olduğu yere oturmuş da gitmek bilmiyormuş gibi olan havamı saklamaya çalışarak "üff saçmalama, sadece senin kendi hayatının sorumluluğunu alman lazım" gibilerinden cümleler kurmaya devam edip konuyu değiştirdim ve sonra da zaten saat geç olduğu için yataklarımıza girip uyuyor numarası yaptık........

Ertesi gün, pansiyonun işletmecisi, odamıza başka bir çocuk getirip, boşta kalan yatağı da ona verdi.
Iğdırlı olan bu arkadaş 22 yaşında ve hemşirelik kazanmış. Batmanlı denyoya oranla daha efendi birine benziyor ama bakalım ileriki günlerde o nasıl ağzıma sıçacak.

4 yorum:

  1. Öğrenci hayatı sana yakışmış.
    Mutlusun ama aynı zamanda sinirlisin. Her öğrenci gibi de parasız :)

    Ne yalan söyliyim, aynı okulda olmak isterdim. İnsan bazen tavsiye alma ihtiyacı içinde olmadan, bazı şeyleri anlatası geliyor :)

    YanıtlaSil
  2. Başbakanlık, öğrenim ve katkı kredisi gibi kredilere başvuruları atlamamışsındır umarım.

    YanıtlaSil
  3. link aradım bulamadım, nerden ve nasıl başvuruluyor?

    YanıtlaSil
  4. sanırım KYK başlamamış ama Başbakanlık nette yazdığına göre 15 Eylül - 30 Ekim arası sanırım. Her ikisine de e-devlet üzerinden başvuruyorsun. E-devlet üzerinden takip et bence sık sık. Ben öğrenim ve katkı kredisi almış başbakanlık alamamıştım :). KYK ya olan borcumu bile kapattım her sene bir şeyler değiştiği için bu yolları güncel olaarak takip eden arkadaşlar yazarsa makbule geçer.

    YanıtlaSil

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.