-->

02 Ağustos 2015

Sakalsız Köylüler


Sonra yolda karşılaştığım adamın birinin “ilerdeki kahveye git orda yardım ederler” sözüyle beraber süslü valizimi aldım çeke çeke kahveye vardım. ayaklarımdaki ibne spor ayakkabılarımla olabildiğince hetero bir tavır takınıp “selamın aleyküm” diyerek içeri girdim, bütün başlar “bu ibne de nerden çıktı şimdi” edasıyla bana doğru döndü ve süslü valizi kenara bırakıp, ortamdaki en yetkili abiye doğru dönüp “ya burdan ıhlara’ya nasıl araba bulabilirim” dedim ki, bu amcanın başında bir kasket vardı ve sağ elinin işaret parmağı ile orta parmağının yarısı yoktu, burnu da çok sivri ve ben burdayım dercesine karşımda duruyordu. Göz altı torbaları ya alkolden ya da ırsi bir sebepten dolayı nerdeyse yıtrılacak gibi aşağı doğru dolu dolu sarkmışlardı ve bu durum adama farklı bir hava katıyordu. Galiba çirkin olmasından dolayı onu yetkili gibi görmüştüm ve o da “kardeş anam avradım olsun bu saatte burda araba bulaman” dedi ve ben kendimi tutamayıp bi anda ağzımdan “öff dayı ne biçim konuşuyorsun ya” cümlesi çıkıverdi ve masadakiler de onu “düzgün konuş amınakoyim ya, adam yabancı” gibi cümlelerle fırçalamaya başladılar. 

Allahım ya gittikçe batıyorduk ve ben o anda kahveciyi görünce,masayı boşverdim ve ona doğru yürüyüp “dayı bana bi çay verebilir misin” dememle adam “kardeş bu saatte araba olmaz, sen şu çayı al iç bi dinlen en azından” dedi ve çayı uzattı. Ben de çayı alıp diğer küfürlü masaya gelip oturdum. Şimdi herkes biraz daha sakin ve küfürsüzdü.

Kesikparmak yine konuşmaya başladı ama bu sefer hiç küfür etmedi. Köyün çok ters bir istikamette olmasından dolayı araba bulamayacağımı ve bu yüzden muhtarlığın misafirhanesi’nde yatıp sabah otostop çekerek Ihlara’ya gidebileceğimi söyledi. Sonra da aldı bi muhabbet, herkes ayrı ayrı aynı soruları sordu, hepsine sabırla aynı cevapları tek tek verdim.
Tam soru cevap şeysimiz bitti derken bir de tatilini geçirmek üzere köye dönen bir astsubay çıka gelmez mi, ayak üstü onun tarafından da sorgulandım ve bir de ehliyetimi alıp fotoğrafını falan çekti. Ben de bu arada kesikparmak abi’nin istediği ikinci çayı içmekle meşguldum. Sonra artık herkesin soracak bir şeyi kalmadığından olsa gerek, Kesikparmak Abi “sen dediğim gibi yap, şu ilerdeki camii’nin yanındaki ev muhtarın oluyor, git ona durumu anlat, misafirhaneyi açsın” dedi ve ben onun söylediklerini mantıklı bulup muhtar’a doğru yol aldım.

Muhtarın evine geldiğimde onlarca defa özür dileyerek durumu anlattım ve o da kimlik bilgilerimi aldıktan sonra yakışıklı olan oğluna misafirhanenin anahtarını verdi ve o benimle misafirhaneye geldi. Tabii yolda yürürken ben çocuğu hayalimde yüz defa soydum, giydirdim. Mübarek de bi gamze var, bi hafif seyrek sakal var, bi tebessüm varki, böyle insan hayranlıktan donup kalıyor.
Neyse geldik misafirhaneye ve ben yataklardan birine uzanıp onu kudurtayım dedim ama sonra düşündüm de şimdi ortalığı çok karıştırmanın bir anlamı yok ve bunun üzerine toparlanıp ilaçlarımı aldım.
İlaçlarımı alırken bu da başladı konuşmaya, mübarek gitmiyorda, konuşması tutmuş ha bire konuşuyor da, konuşuyor. ama ben yani gitmezse üzerine atlıycam haberi yok.

Neyse tuttum kendimi ve o yaklaşık 1,5 saat kadar sağdan soldan konuştu.
İşte askere gitmeden önce; meğer bu gitmiş komşu köylerdeki askere gidecek olan tüm 94’e 2 tertiplerini toplamış ve bir kaç günlük eğlence düzenlemişler. Eğlence yeri de tabiiki babasının muhtar olmasından dolayı bu misafirhane olmuş. Adam başı iyi bir miktar para toplamışlar ve askere gidecekleri bir kaç gün öncesine kadar, davul zurna’sından dansöz’üne, alkolünden bilmem nesine kadar günlerce iyice yiyip içip kudurmuşlar. Hatta o kadar kudurmuşlarki köyde bu eğlenceden dolayı kavga çıkmış ama sonra toparlamışlar.

İşte o, böyle böyle yedikleri bokları anlatırken bende “yaaa demek öyle, eee daha daha” demekle meşguldum. Ay piç karşımda durmuş her boku anlatıyordu ve ben o gittiği gibi, hemen onu düşünerek osbir çekip uyuya kalmayı planlıyordum. Bi ara baktım gidecek gibi değil, yalandan pencereyi açıp “hava çok güzel ya, baksana yıldızlara hepsi çok net görünüyorlar” dedim ve bunun üstüne o da, geçen yaz dışarda kaldıkları bir geceyi anlatmaya başladı. Ben de o sırada çaktırmadan onu yıldızlara bakma bahanesiyle dış kapıya doğru götürüyordum, ki zaten konumuz yaz aylarında yıldızların çok net göründükleri falan filan olmuştu bile.

İşte o anlatırken biz dışarı çıktık ve o da geçen yaz tarlada uyudukları sırada başlarından geçen macerayı anlattı. Macera dediğim de işte bunlar bir kaç arkadaş buluşup tarlada içmişler ve eve gitmeye üşenip tarlada uyumuşlar. Tabii o sırada yıldızları izlemişler, işte gökyüzü çok güzel görünüyormuş falan. O böyle anlatırken ben de içimden “he he, hadi tamam, evine git artık” falan diyordum. Ama bu bi türlü gitmedi, bende tuttum konuyu asker eğlencesindeki dansöz olayına getirdim ve dansöz olayından da sikli soklu şeyler konuşturmaya başladım. 

Çünkü bunun gideceği yoktu ve açıkçası, bunun gitmemesinden dolayı aklıma “lan acaba sevişmek mi istiyor” düşünceleri üşüşmeye başladı. Sonra baktım ben bunu biraz daha zorlayınca bu niyetimi galiba anladıki “neyse geç oldu, ben gideyim. hadi bir şeye ihtiyacın olursa ses et” dedi ve bu cümlesinden 36 dakika sonra anca gitti.
 Ay piç gidicem gidicem dedi ve o kadar zor gittiki, benim osbir çekme hevesim bile kaçtı. O gittiği gibi de uyudum ve sabah 8’de uyanıp toparlandım. Sonra banyoya gidip kendime baktım ve haftalardır kesmediğim sakalımın artık beni İşid veya Pekeke militanına çevirdiğini farkettim. Kahretsinki sakal bana yakışıyordu ve canım hiç kesmek istemiyordu. Ahh keşke sakalımla dağdan inmiş gibi görünmesem ve hatta sakal dağdan inme modunda sayılmasa.

Ya birde işin tuhaf yanı şuki, köyde bile millet sakalsızdı. Ya bu salaklar sanki bankada veya büyük iş kulelerinde çalışıyorlarmış gibi sürekli traş olmakla ne yaptıklarını sanıyorlar anlamadım ki. Hayır yani altı üstü tarlaya gidip soğan patates ekip biçiyorsunuz. Sanki tarladaki ürünün karşısına sakalla çıkınca iyi verim alamıyor musunuz, yani nedir bu düzenli traş olma havalarınız. Bi rahat bırakın sakalınızı falan ya. Zaten bütün köylerde de bu durum aynı. Herkes traşlı falan ve bi tek sakallı benim. 

İşte böyle böyle sakalıma bakıp düşünürken traş makinemi çıkardım ve o güzelim sakalımı kesip, çirkinliğimi ortaya çıkardım.  Sonra çirkinliğime baka baka dişlerimi fırçalayıp giyindim ve süslü valizimi falan alıp kapıyı çekerek yola çıktım. 
Artık araba geçmeyen bir yerde olduğum için bende bulduğum her tekerlekli araca el kaldırıyordum. Traktörler dışında da geçen araç yoktu.
Sonra traktörün biri durdu ve beni bir yere kadar götürdü, tabiki şöförü ilerdeki dağın yamacındaki tarlasına gidiyor olduğu için traşlıydı ve ben orda inip bir beş dakika bekledikten sonra 65 yaşlarında bir çift traktörleriyle çıka geldi ve ben direkt el kaldırınca da durup beni aldılar. Onlarla konuşa edişe bayaa bir yol aldık. sonra tabii tarlanın birinde onlarda durdular ve ben inip “hayrlı işler” dileyerek yürümeye başladım.

Biraz zaman geçmiştiki, biçer döveri’nin bozulduğunu söyleyen sakal traşını bu sabah olmuş bir toros şöförü yanımda durdu ve onunla da 4-5 km yol kat ettik. Sonra ben indim ve yürümeye başladım ve tabii gelen başka bir araba beni alınca da onlara iyice yalaka muhabbeti yapa yapa kendimi onlara Ihlara Vadisi’nin üst tarafına bıraktırdım, teşekkür ettim ve ayrıldık. Tabiiki onlarda sakal traşı olmuşlardı ve sakalların uzamasından dolayı ya dün ya da önceki gün traş oldukları çok belliydi.

Arabadan inince Ihlara Vadisi’nin girişindeki marketlerden birinden kazık fiyata bisküvi falan alıp, valizimi ona bıraktım ve vadiyi gezmeye çıktım.
Allahım vadi’de vadiymiş yani. Git git bitmiyor. Bi ara gördüğüm yılanla ödüm bokuma karışmadı değil ve bu yüzden başım hep önümde yürümekten etraftaki yüzlerce yıllık evlere, kiliselere falan hiç bakamadım. Öyle birileriyle karşılaşma umuduyla yürüdüm de yürüdüm.


Sonra çok şükür 1-2km kadar daha yürüdükten sonra kalabalıkla karşılaştım, çünkü meğer ben vadi’nin teeee en yukarısından başlamışım ve katır gibi yol yürümüştüm. Bu düşüncelerimi aklımdan siktir edip millete takılarak vadiyi bi güzel gezindim. Vadi o kadar korumasız ki, bütün kiliseler talan edilmiş. İçinde bok edilmemiş hiçbir kilise, ev vs göremedim. Hepsinde insan bok’u vardı. Umarım sıçanlar hayatlarının sonuna kadar belli aralıklarla ishal olup dururlar. (Gönlüm hayatlarının sonuna kadar demeye el vermedi.)

Devamı için tık tık tık: http://hayaterkegi.blogspot.com.tr/2015/08/ankara-ac-kollarn-ben-geldim.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.